5 Mart 2015 Perşembe

"Kaya Doruğu Ülkesi" BEYPAZARI

  Yazı ve Fotoğraflar : Meltem AKARSU

    Tarih:11 Ekim 2009



                                      "Kaya Doruğu Ülkesi" BEYPAZARI

   Ankara’da kaldığım süre içinde Beypazarı’nı hep merak etmişimdir. Kısmet bugünmüş…
   11 Ekim 2009 - Pazar günü karar verilen bir gezi…

   Güzel dostlar, hoş sohbetler ve gülen yüzlerle başladık yolculuğumuza... İlk defa bir yere giderken araştırmadan, sadece duyduklarım ve bildiklerimle başladım yolculuğuma.

   Ankara'nın 100 Km uzağında yeni yüzüyle karşıladı bizleri Beypazarı… Girişte herkesin bildiği Beypazarı Sodası’nı tanıtan büyük bir maden suyu şişesi ile karşılaşıyorsunuz. Ve ilçedeyiz. Grup liderimiz önce Belediye önündeki turizm bürosundan bizler için Beypazarı’nı tanıtan broşürleri alıp hepimize dağıttıktan sonra belediyenin ücretsiz rehberlik hizmeti verdiğini söylüyor... Rehberle gezimize devam etmeye karar veriyoruz.

   Rehberimiz Hülya Hanım otobüsümüz de Beypazarı’nın tarihinden bahsediyor.
   Roma döneminde İstanbul, Ankara ve Bağdat'a bağlayan tarihi geçit yolları üzerinde bulunduğu için  "Kaya doruğu ülkesi " anlamına gelen Lagania adı verilmiş daha sonra bu isim Anastasipolis olarak değiştirilmiş. Osmanlı devleti döneminde ise yöredeki sipahi beyine ve ticari ekonomik hayatın yoğunluğuna istinaden " Beğ Pazarı "  diye adlandırmış... Günümüze bu isim Beypazarı olarak gelmiş.
   Bunlar rehberimizin anlattıkları bense Evliya Çelebi'nin kaleminden merak ettiğim bu bilgiyi gezi dönüşü araştırıp sizlerle paylaşmak istedim.

   Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde (Hicri 1058 Miladi 1638) Beypazarı'ndan şöyle bahseder:

 " İlk kurucusunu bilmiyorum. Fakat ilk fatihi Kütahya beylerinden Germiyanoğlu Yakup Şah'ın veziri Dinar Hezar'dır. Onun için şehre "Germiyan Hezar" da derler.

   Haftada bir gün güzel süslü bir pazar kurulup, bütün kıymetli eşyalar bulunur. Halkının uğraşları tiftik keçisi olduğundan, pazarında sof çok satılır. Müşterisi vardır. Senede bin kantar sof ipliği satılır. Sofu olmaz fakat güzel mümeyyizi olur. Pazarına her hafta etraf köylerinden 10 bin insan toplanır. Şehir Anadolu toprağından Engürü sancağı hududunda olup, İstanbul'da kim Şeyhülislam olursa ona has olur. Padişah hasından ayrılmadır. Müftü tarafından hâkimi subaşısıdır. 150 akçelik kazadır. Senelik kadısına yedi kese gelir getirir. Damga emini, Sipahi Kethüda yeri ve Yeniçeri Serdarı vardır. Fakat kale ağası ve neferi yoktur. Kalesi bir dere içinde olup, iki tarafı balıksırtı gibi kaya üzerindedir. Genişliğini bilmiyorum. Aşağıda şehir iki geniş dere içinde olup 20 mahalle 41 mihraptır. Fakat öyle mükellef camileri yoktur. Çarşı içinde cami güzeldir (Paşa Camii). Hepsi 3060 tane iki katlı evleri vardır. Duvarları kerpiçtendir. Yüzeyleri tahta ile kaplıdır. Medrese Darulhadis ve Darulkurrası vardır. Çünkü talebe bilginleri çoktur. Medreseleri kargir değildir. 70 adet çocuk mektebi vardır. Çocukları gayet temiz ve olgun olup, 700' ün üzerinde hafızı vardır.
Bir Şeyhülislamı var ki; bütün bilginler onunla ilmi tartışmaya girmekten acizdirler. Nakibüleşrafı fadıl değil fakat gayet cömert bir kimsedir. Halkının çoğu bilginlerdir. Hepsi renk renk sof giyerler. Türk şehri olduğundan halkı Oğuz taifesidir. Yani Türk kavmi demenin güzel bir ifadesidir. Yedi tane hanı vardır. Çarşı içindeki güzel bir han yanmıştır. Hamamları, 600 dükkânı vardır. Çarşıda kasaplar içinden akan dere kenarında hafta pazarı olur. Dere burada şehrin aşağı tarafından akarak bir nehir vasıtası ile Sakarya'ya dökülür. Şehir yüksek yerde olduğundan caddeleri kumsalca ve kaldırımsızdır. Halkı garip sever ve cömert kişilerdir. Kadınları gayet edepli ve akıllı olurlar. Bağ ve bahçesi çoktur. Bostanlarından bir çeşit kavun olur ki lezzetinden adamın damağı yarılır. Misk ve ham amber gibi kokusu vardır. Şehir halkının çoğu bu kavundan zerde pişirir. İçine tarçın ve karanfil korlar. Muaviye'nin icat ettiği zerdeden tatlı bir zerde olur. Bir çeşit yeşil armudu olup, yuvarlak olduğu gibi dördü beşi de bir okka gelir. Gayet hoş ve suludur. İstanbul'a nice bin kutu armudu pamuklar içinde hediye gider. Bu armudun eşini acem diyarından başka yerde görmedim. Bir çeşit siyah arpası olur ki, gayet yağlıdır. Ata çok vermekten çekinilmelidir. Sahrasında pirinci olur ki, gayet pişkindir. Velhasıl etrafı geniş, eşyası ucuz ünlü bir şehirdir. Şeyh İvaz dede adında bir de türbesi vardır."

   Evliya Çelebi,1638 Yılındaki Beypazarı’nı bu şekilde anlatmış.
   Bizlerse rehberimizin önderliğinde bugünkü haliyle tanımaya çalışıyoruz.
   İlk önce Beypazarı’nı panaromik olarak izleyebileceğimiz, Hıdırlık tepesine çıkıyoruz. Burada şehrin tarihi dokusunu, yerleşimini,doğa harikası dinozor sırtına benzeyen kayalık yapısını çok net bir şekilde görebilirsiniz.Tepenin sol yanında eski konakların restore edilmiş muhteşem görüntüsünü, sağ tarafta ise yeni yerleşimin mimarisinin sıradan ve tekdüzeliğini Fark edebilirsiniz.
   Hıdırlık tepesinde fotoğraf çekimleri ve gezi planlamamızı yaptıktan sonra Alaaddin sokağa giriyoruz.
   Alaaddin Sokak’da yöresel ürünlerin satıldığı, renkli, sımsıcak, keyifli bir kalabalığa karışıyoruz. Tarihi dokusunun güzelliği yöre halkının misafirperverliği, ilçelerini sahiplenmeleri en güzeli de genç yaşlı herkesin işine ve ilçesine sımsıkı sarıldığını görmenin keyfine varıyorsunuz. Tarihi dokuyu ve Türk Kültürü’nü buram buram hissedebileceğiniz Şirin bir ilçe Beypazarı… Bunu yaşatmak içinde ilçe yönetimi ve halk elele vermiş canla başla çalışıyorlar. İlçelerini Açık Hava müzesi haline getirmek en büyük amaçları...

   Alaaddin Sokakta restorasyonu tamamlanmış konakları,  yöresel ürünlerin ve hediyelik eşyaların satıldığı tezgâhları görebilirsiniz.
   Beypazarı denildiğinde ilk akla gelen şeylerden birisi Gümüş, Telkari işlemeciliği ise çok eskilere dayanmakta.
   Bunların dışında denemenizi tavsiye edeceğim, yöresel lezzetlerden;
   Beypazarı Güveci, bildiğim güveçten farklı( Toprak kaplar içerisinde taş fırınlarda pişirilen etli pilav) ,
   Beypazarı kurusu, ( Un, süt ve tereyağı kullanılarak yapılan Beypazarı kurusunu bir yıl saklayabilirsiniz.),
   Beypazarı dolması, (Taze asma yapraklarıyla sarılan, özel dolma içiyle hazırlanan bir lezzet)
   Beypazarı Baklavası, (80 Gatlı yemesi bek datlı) mutlaka denemelisiniz.
   Sokak içerisindeki dükkânların önünde ise kurulan stantlardan içebileceğiniz, Taze sıkılmış havuç suyu ve havuçtan üretilen reçel, lokum, cezerye gibi değişik lezzetleri deneyebilirsiniz. 
   Bu arada öğreniyorum ki Ülkemizdeki havuç üretiminin % 60'ını Beypazarı karşılıyor.        
   Beypazarı’nın Höşmelim tatlısı, buda bildiğim höşmelimden farklı( un, süt, kaymak, tuz, yağ ve şeker karışımıdan oluşan değişik bir lezzet) ve daha birçok alternatif.
   Eğer alışveriş yapacaksanız ev yapımı erişte ve ev tarhanasını mutlaka almalısınız.

    İlçedeki evlerin çoğu restore edilmiş. Alaaddin sokakta gezerken bu evleri yakından görme şansınız var. Evler 3 katlı ve cumbalı üstünde guşgana adını verdikleri bir çatıdan oluşmakta. Evlerin özellikleri ile ilgili öğrendiğim en ilgi çekici bilgi odalardaki kirli havayı ve nemi alan tatlı kireçle sıvanması. Ayrıca dikkatimi çeken başka bir detay evlerin girişindeki demir kapılı mahzenler... Beypazarılılar bu mahzenleri kıymetli eşyalarını saklama amacıyla kullanırlarmış.
   Serbest dolaşma vaktinde, grubumuzdaki herkes alışveriş yapma telaşına düşüyor. Bende gruptan ayrılıp tek başıma elimdeki broşürle görmediğim yerleri bir an önce keşfetme telaşına düşüyorum.
   Karşıma ilk olarak Taş Mektep çıkıyor. Duvarda asılı tarihçesine bakıp notlar alıyorum. 19,yy da yapılan mektep Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 1976 yılında koruma altına alınmış. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca tarihi eser kabul edilmiş. Eski dönemlerde Kur'an Kursu olarak kullanılırmış şimdilerde ise yöresel yemeklerin sunulduğu bir restaurant. Tarihi bir mekânda yorgunluğunuzu atabileceğiniz keyifli bir yer Taş Mektep. Burası gibi konakların çoğu restore edilmiş kafe , restaurant ve pansiyon olarak hizmet vermekte.Anlayacağınız bu sıcak ilçede size sunulan dinlenebileceğiniz bir çok alternatif var.
   Sırada Beypazarı Tarih ve Kültür evi ile Beypazarı Doğa evi var. İkisi de aynı sokakta ve karşılıklı. Sokağa yöneldiğimde Tarih ve Kültür evin'de yenileme çalışmaları devam ettiği için kapalı olduğunu öğreniyorum. İçini gezme şansım olmasa da öğrendiklerim Doğa evinin Türkiye’de bir ilk olduğu. Beypazarı Belediyesi ve Doğa Derneği'nin ortaklaşa projesi ile İlçedeki yaşayan canlı türleri ve zengin bitki örtüsünü doğaseverlere ulaştırmada rehberlik ediyor. Kültür evi ise Nurettin Karaoğuz tarafından bağışlanmış müze içerisinde ilçenin kültürünü yansıtan eserler, kıymetli madenler antika eşyalar sergileniyormuş.
   Buradan ayrılıp Yaşayan Müzeye yöneliyorum. Düşündüğüm ve karşılaştığım şey beni şaşırtıyor... Hepimizin bildiği gibi bir müze görmeyi beklerken, beni çok mutlu eden değerlerimizin ve geleneksel sanatımızın yaşatıldığı, geçmişle olan bağımızı korumayı amaç eden bir müzeyle karşılaşıyorum. Girişte yöresel kıyafetlerle bir genç kız karşılıyor sizi müze'nin mekânları ile ilgili bilgilendiriyor. Avlu’dan Çatı Katına kadar bütün bölümlerini anlatıyor. Girişte ilk dikkatimi çeken küçük çocukların elindeki Karagöz ve Hacivat kuklaları ile yapılan oyuncaklar, o an tahta makaralarla yapılan arabalar gözümde canlanıyor. Müzeye gelen ziyaretçilere sunulan hizmetin sergilendiği bir stantla karşılaşıyorsunuz. Tahta Atlar, kuklalar ve daha neler. Müze içerisinde sadece gezmekle kalmıyorsunuz, aynı zamanda geleneksel sanatımızı ve kültürünü birebir uygulama şansıda elde edebilirsiniz. Ebru, Ihlamur baskı, Sedef Kakma, Keçecilik bütün bunları anında öğrenebilirsiniz özellikle çocuklarımızı buraya getirip bu değerlerimizi yakından tanımalarını sağlayabilirsiniz. Müzenin İkinci katında Başoda, Büyük Gelin'in odası, okumalık, Dikiş odası dedikleri odalarla karşılaşıyorsunuz. Büyük Gelinin odasında Geline ait eşyaları görebilirsiniz. Çatı katında ise Karagöz ve Hacivat oynatabileceğiniz bir perde ve kütüphane ile karşılaşıyorsunuz, burada ramazan eğlencelerinden, kına gecesi kutlamalarına, hıdrellez şenliklerinden köy seyirlik oyunlarına kadar birçok eğlencenin düzenlendiğini öğreniyorum.

   İnişte Büyük gelinin odasında masal dinlemek istemez misin? Diye soruyor masal ebesi… Neden olmasın diyorum beni yanına oturtup başlıyor masalını anlatmaya tabi masalı anlatmaya başladığı an bulunduğumuz oda kalabalıklaşıyor ve dinleyenlerin hepsi büyük. Kim demiş masallar çocuklar için diye... Buyurun işte hepimiz keyifle özlemini duyduğumuz geçmişi buram buram yaşıyoruz bu güzel mekânda. Videoya aldığım bu kaydı da yazıya dökerek masal ebesinin anlatımıyla aynen paylaşıyorum.
   Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, anam ağlar, anamı sallardım. Babam ağlar babamı sallardım. Derken anam düştü beşikten. Ben atladım eşikten. Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi dolandırdılar bana dört köşeyi. Zamanın birinde bahçe içinde tek katlı bir evde yaşayan bir aile varmış. Bu aile çok mutlu çok huzurluymuş amma ağa baba aşırı derecede hayvanları çok severmiş. her gün onların yemini verir, her gün onların suyunu verir bir tasda  süt verirmiş hergünn…bir gün süt tasının içinde biricik altın bulur çok şaşırır bu  altını kim koydu ki der ertesi günü saklanır bakar birde ne görsün bitene yılan geliyo sütü içiyo dilinin altınada bidene altın koyup gidiyo süt tasının içine hayret ediyo dede çok seviyo bunu çok aşırı derecede çünkü hayvanları çok seviyo günler geçtikçe eline alıp sevecek kadar kucağına alıp yatacak kadar dede yılanını çok seviyo. O onun arkadaşıdır O onun dostudur gari. birgün dede biriktirdiği altınlarla hacca gidecek gidecek emme sırrını kime söylesin. En  gücçük oğlunu yanına çağırır yavrum der evlatlarımın arasında en akıllısı sensin benim bir sırrım var yavrum der güççük oğlunu yanına çağırır bahçede bir dostum var der aman yavrum ben hacıdan gelene kadar dostuma çok iyi bak her gün bir tas süt vereceksin oda saa biricik altın verecek aman yavrum bu sırrımızı kimselere söyleme der. çekerrrr giderrr oğlan bi gün südünü gor altınını alır iki gün südünü gor altınını alır derki ben delimiyin yaa der ne uğraşıp duracan biricik biricik der keseyim kafasını karnının içindeki bütün altınları alayım çabukça zengin olayım der. bahçeye birtas sütünü gor yılan içmeye başlayınca  bıçağına vurunca kuyruğunu gopartır atar yılanda can havliyle döner deliganlıyı sokarrr öldürürr.Günlerr sonra dede hacıdan gelir gelir emme südünü gor dostu gelmez ,südünü gor  arkadaşı gelmez. Aylarca bekler bigün yılan çıkıp gelir gari beni bekleyip durma der senlen ben dost olamayız der ne senin içinden evlat acısı çıkar ne benim içimden kuyruk acısı çıkar der sen yoluna ben yoluma der ağlayarak arkasını döner gider onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine...
Diye bitiriyor masalını masal ebesi. Adını öğrenmek istiyorum. Benim adım Kezban Koçak Beypazarı Yaşayan müzeye basıyorsun masal ebesinden öğreniyorsun.

   Eğer geçmiş sizin için değerliyse, geleneklerinize, kültürünüze, özünüze önem veriyorsanız Yaşayan Müzeyi mutlaka görmelisiniz. Türkiye’de ilk ve tek olan bu müzenin kurulmasına destek olan eski Beypazarı Belediye Başkanı Mansur Yavaş'a ve müzenin proje sorumlusu Sema Demir(Dölek)'e şahsım adına teşekkür ediyorum.

   Artık dönüş vakti...
   Belediye Binası önünde buluşup yöresel lezzetleri tadacağımız İnözü vadisindeki Zindancık tesislerine doğru yol alıyoruz. Rehberimiz kısaca İnözü vadisinden bahsediyor. Vadi doğal bitki örtüsü ve kültürel kalıntıları ile oldukça zengin bir görünüme sahip. İnözü Çayı'nın aşındırıcı etkisiyle iki tarafı balıksırtı görünümünde yükselen dik kayalardan oluşan Vadi; doğa sporlarını sevenler için eşsiz güzellikler barındırmaktadır. Kayalarda birçok mağaranın olduğu ancak aşınmanın etkisiyle bu mağaralara ulaşılamadığını ekliyor rehberimiz. Zindancık Tesislerinde daha önceden kararlaştırdığımız yöresel menüyü seçiyoruz. Önce Tarhana çorbası, ardından Güveç ve Beypazarı sarmasıyla 80 katlı baklavasını ve höşmelimi tadıyoruz. Güler yüzlü Personeli ve huzurlu ortamının keyfine vardığımız Zindancık tesislerinden ayrılıp gezimizi sonlandırıyoruz...

   Beypazarı’nın geçen dönem Belediye Başkanı olan Mansur Yavaş'ın öncülüğünde bir ilçenin nasıl değişime uğradığını, kültürel değerlerimizi korumaya yönelik yapılan yatırımları, ev hanımlarına sağlanan iş imkânlarını, tarihsel dokunun korunması için verilen çabayı, ilçe halkının da özveri ve katılımını, turizme sağladıkları katkıyı görmeli, yaşamalı ve örnek almalıyız.

   Beypazarlı’ların sözleriyle...

   Bir öz'e dönüş Bir uyanıştır Beypazarı

   Geçmişle Bugünü birleştiren bu şirin ilçeye yolunuzun düşmesi dileğiyle…