Meltem'in Portfolyosu
29 Mart 2015 Pazar
5 Mart 2015 Perşembe
"Kaya Doruğu Ülkesi" BEYPAZARI
Yazı ve Fotoğraflar : Meltem AKARSU
"Kaya Doruğu Ülkesi" BEYPAZARI
Ankara’da kaldığım süre içinde Beypazarı’nı hep merak etmişimdir. Kısmet bugünmüş…
Tarih:11 Ekim 2009
"Kaya Doruğu Ülkesi" BEYPAZARI
Ankara’da kaldığım süre içinde Beypazarı’nı hep merak etmişimdir. Kısmet bugünmüş…
11 Ekim 2009 -
Pazar günü karar verilen bir gezi…
Güzel dostlar, hoş
sohbetler ve gülen yüzlerle başladık yolculuğumuza... İlk defa bir yere
giderken araştırmadan, sadece duyduklarım ve bildiklerimle başladım
yolculuğuma.
Ankara'nın 100 Km
uzağında yeni yüzüyle karşıladı bizleri Beypazarı… Girişte herkesin bildiği
Beypazarı Sodası’nı tanıtan büyük bir maden suyu şişesi ile karşılaşıyorsunuz.
Ve ilçedeyiz. Grup liderimiz önce Belediye önündeki turizm bürosundan bizler
için Beypazarı’nı tanıtan broşürleri alıp hepimize dağıttıktan sonra
belediyenin ücretsiz rehberlik hizmeti verdiğini söylüyor... Rehberle gezimize
devam etmeye karar veriyoruz.
Rehberimiz Hülya
Hanım otobüsümüz de Beypazarı’nın tarihinden bahsediyor.
Roma döneminde
İstanbul, Ankara ve Bağdat'a bağlayan tarihi geçit yolları üzerinde bulunduğu
için "Kaya doruğu ülkesi "
anlamına gelen Lagania adı verilmiş daha sonra bu isim Anastasipolis olarak
değiştirilmiş. Osmanlı devleti döneminde ise yöredeki sipahi beyine ve ticari
ekonomik hayatın yoğunluğuna istinaden " Beğ Pazarı " diye adlandırmış... Günümüze bu isim
Beypazarı olarak gelmiş.
Bunlar rehberimizin
anlattıkları bense Evliya Çelebi'nin kaleminden merak ettiğim bu bilgiyi gezi
dönüşü araştırıp sizlerle paylaşmak istedim.
Evliya Çelebi,
Seyahatnamesi'nde (Hicri 1058 Miladi 1638) Beypazarı'ndan şöyle bahseder:
" İlk kurucusunu
bilmiyorum. Fakat ilk fatihi Kütahya beylerinden Germiyanoğlu Yakup Şah'ın
veziri Dinar Hezar'dır. Onun için şehre "Germiyan Hezar" da derler.
Haftada bir gün
güzel süslü bir pazar kurulup, bütün kıymetli eşyalar bulunur. Halkının
uğraşları tiftik keçisi olduğundan, pazarında sof çok satılır. Müşterisi
vardır. Senede bin kantar sof ipliği satılır. Sofu olmaz fakat güzel mümeyyizi
olur. Pazarına her hafta etraf köylerinden 10 bin insan toplanır. Şehir Anadolu
toprağından Engürü sancağı hududunda olup, İstanbul'da kim Şeyhülislam olursa
ona has olur. Padişah hasından ayrılmadır. Müftü tarafından hâkimi subaşısıdır.
150 akçelik kazadır. Senelik kadısına yedi kese gelir getirir. Damga emini,
Sipahi Kethüda yeri ve Yeniçeri Serdarı vardır. Fakat kale ağası ve neferi
yoktur. Kalesi bir dere içinde olup, iki tarafı balıksırtı gibi kaya
üzerindedir. Genişliğini bilmiyorum. Aşağıda şehir iki geniş dere içinde olup
20 mahalle 41 mihraptır. Fakat öyle mükellef camileri yoktur. Çarşı içinde cami
güzeldir (Paşa Camii). Hepsi 3060 tane iki katlı evleri vardır. Duvarları
kerpiçtendir. Yüzeyleri tahta ile kaplıdır. Medrese Darulhadis ve Darulkurrası
vardır. Çünkü talebe bilginleri çoktur. Medreseleri kargir değildir. 70 adet
çocuk mektebi vardır. Çocukları gayet temiz ve olgun olup, 700' ün üzerinde
hafızı vardır.
Bir Şeyhülislamı var ki; bütün bilginler onunla ilmi
tartışmaya girmekten acizdirler. Nakibüleşrafı fadıl değil fakat gayet cömert
bir kimsedir. Halkının çoğu bilginlerdir. Hepsi renk renk sof giyerler. Türk
şehri olduğundan halkı Oğuz taifesidir. Yani Türk kavmi demenin güzel bir
ifadesidir. Yedi tane hanı vardır. Çarşı içindeki güzel bir han yanmıştır.
Hamamları, 600 dükkânı vardır. Çarşıda kasaplar içinden akan dere kenarında
hafta pazarı olur. Dere burada şehrin aşağı tarafından akarak bir nehir
vasıtası ile Sakarya'ya dökülür. Şehir yüksek yerde olduğundan caddeleri
kumsalca ve kaldırımsızdır. Halkı garip sever ve cömert kişilerdir. Kadınları
gayet edepli ve akıllı olurlar. Bağ ve bahçesi çoktur. Bostanlarından bir çeşit
kavun olur ki lezzetinden adamın damağı yarılır. Misk ve ham amber gibi kokusu
vardır. Şehir halkının çoğu bu kavundan zerde pişirir. İçine tarçın ve karanfil
korlar. Muaviye'nin icat ettiği zerdeden tatlı bir zerde olur. Bir çeşit yeşil
armudu olup, yuvarlak olduğu gibi dördü beşi de bir okka gelir. Gayet hoş ve
suludur. İstanbul'a nice bin kutu armudu pamuklar içinde hediye gider. Bu
armudun eşini acem diyarından başka yerde görmedim. Bir çeşit siyah arpası olur
ki, gayet yağlıdır. Ata çok vermekten çekinilmelidir. Sahrasında pirinci olur
ki, gayet pişkindir. Velhasıl etrafı geniş, eşyası ucuz ünlü bir şehirdir. Şeyh
İvaz dede adında bir de türbesi vardır."
Evliya Çelebi,1638
Yılındaki Beypazarı’nı bu şekilde anlatmış.
Bizlerse
rehberimizin önderliğinde bugünkü haliyle tanımaya çalışıyoruz.
İlk önce
Beypazarı’nı panaromik olarak izleyebileceğimiz, Hıdırlık tepesine çıkıyoruz.
Burada şehrin tarihi dokusunu, yerleşimini,doğa harikası dinozor sırtına
benzeyen kayalık yapısını çok net bir şekilde görebilirsiniz.Tepenin sol
yanında eski konakların restore edilmiş muhteşem görüntüsünü, sağ tarafta ise
yeni yerleşimin mimarisinin sıradan ve tekdüzeliğini Fark edebilirsiniz.
Hıdırlık tepesinde
fotoğraf çekimleri ve gezi planlamamızı yaptıktan sonra Alaaddin sokağa
giriyoruz.
Alaaddin Sokak’da
yöresel ürünlerin satıldığı, renkli, sımsıcak, keyifli bir kalabalığa
karışıyoruz. Tarihi dokusunun güzelliği yöre halkının misafirperverliği,
ilçelerini sahiplenmeleri en güzeli de genç yaşlı herkesin işine ve ilçesine
sımsıkı sarıldığını görmenin keyfine varıyorsunuz. Tarihi dokuyu ve Türk
Kültürü’nü buram buram hissedebileceğiniz Şirin bir ilçe Beypazarı… Bunu
yaşatmak içinde ilçe yönetimi ve halk elele vermiş canla başla çalışıyorlar.
İlçelerini Açık Hava müzesi haline getirmek en büyük amaçları...
Alaaddin Sokakta
restorasyonu tamamlanmış konakları,
yöresel ürünlerin ve hediyelik eşyaların satıldığı tezgâhları
görebilirsiniz.
Beypazarı
denildiğinde ilk akla gelen şeylerden birisi Gümüş, Telkari işlemeciliği ise
çok eskilere dayanmakta.
Bunların dışında
denemenizi tavsiye edeceğim, yöresel lezzetlerden;
Beypazarı Güveci,
bildiğim güveçten farklı( Toprak kaplar içerisinde taş fırınlarda pişirilen
etli pilav) ,
Beypazarı kurusu, (
Un, süt ve tereyağı kullanılarak yapılan Beypazarı kurusunu bir yıl
saklayabilirsiniz.),
Beypazarı dolması,
(Taze asma yapraklarıyla sarılan, özel dolma içiyle hazırlanan bir lezzet)
Beypazarı
Baklavası, (80 Gatlı yemesi bek datlı) mutlaka denemelisiniz.
Sokak içerisindeki
dükkânların önünde ise kurulan stantlardan içebileceğiniz, Taze sıkılmış havuç
suyu ve havuçtan üretilen reçel, lokum, cezerye gibi değişik lezzetleri
deneyebilirsiniz.
Bu arada
öğreniyorum ki Ülkemizdeki havuç üretiminin % 60'ını Beypazarı karşılıyor.
Beypazarı’nın
Höşmelim tatlısı, buda bildiğim höşmelimden farklı( un, süt, kaymak, tuz, yağ
ve şeker karışımıdan oluşan değişik bir lezzet) ve daha birçok alternatif.
Eğer alışveriş
yapacaksanız ev yapımı erişte ve ev tarhanasını mutlaka almalısınız.
İlçedeki evlerin
çoğu restore edilmiş. Alaaddin sokakta gezerken bu evleri yakından görme
şansınız var. Evler 3 katlı ve cumbalı üstünde guşgana adını verdikleri bir
çatıdan oluşmakta. Evlerin özellikleri ile ilgili öğrendiğim en ilgi çekici
bilgi odalardaki kirli havayı ve nemi alan tatlı kireçle sıvanması. Ayrıca
dikkatimi çeken başka bir detay evlerin girişindeki demir kapılı mahzenler...
Beypazarılılar bu mahzenleri kıymetli eşyalarını saklama amacıyla
kullanırlarmış.
Serbest dolaşma
vaktinde, grubumuzdaki herkes alışveriş yapma telaşına düşüyor. Bende gruptan
ayrılıp tek başıma elimdeki broşürle görmediğim yerleri bir an önce keşfetme
telaşına düşüyorum.
Karşıma ilk olarak
Taş Mektep çıkıyor. Duvarda asılı tarihçesine bakıp notlar alıyorum. 19,yy da
yapılan mektep Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 1976 yılında
koruma altına alınmış. Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca
tarihi eser kabul edilmiş. Eski dönemlerde Kur'an Kursu olarak kullanılırmış
şimdilerde ise yöresel yemeklerin sunulduğu bir restaurant. Tarihi bir mekânda
yorgunluğunuzu atabileceğiniz keyifli bir yer Taş Mektep. Burası gibi
konakların çoğu restore edilmiş kafe , restaurant ve pansiyon olarak hizmet
vermekte.Anlayacağınız bu sıcak ilçede size sunulan dinlenebileceğiniz bir çok
alternatif var.
Sırada Beypazarı
Tarih ve Kültür evi ile Beypazarı Doğa evi var. İkisi de aynı sokakta ve
karşılıklı. Sokağa yöneldiğimde Tarih ve Kültür evin'de yenileme çalışmaları
devam ettiği için kapalı olduğunu öğreniyorum. İçini gezme şansım olmasa da
öğrendiklerim Doğa evinin Türkiye’de bir ilk olduğu. Beypazarı Belediyesi ve
Doğa Derneği'nin ortaklaşa projesi ile İlçedeki yaşayan canlı türleri ve zengin
bitki örtüsünü doğaseverlere ulaştırmada rehberlik ediyor. Kültür evi ise
Nurettin Karaoğuz tarafından bağışlanmış müze içerisinde ilçenin kültürünü
yansıtan eserler, kıymetli madenler antika eşyalar sergileniyormuş.
Buradan ayrılıp
Yaşayan Müzeye yöneliyorum. Düşündüğüm ve karşılaştığım şey beni şaşırtıyor...
Hepimizin bildiği gibi bir müze görmeyi beklerken, beni çok mutlu eden
değerlerimizin ve geleneksel sanatımızın yaşatıldığı, geçmişle olan bağımızı
korumayı amaç eden bir müzeyle karşılaşıyorum. Girişte yöresel kıyafetlerle bir
genç kız karşılıyor sizi müze'nin mekânları ile ilgili bilgilendiriyor.
Avlu’dan Çatı Katına kadar bütün bölümlerini anlatıyor. Girişte ilk dikkatimi çeken
küçük çocukların elindeki Karagöz ve Hacivat kuklaları ile yapılan oyuncaklar,
o an tahta makaralarla yapılan arabalar gözümde canlanıyor. Müzeye gelen
ziyaretçilere sunulan hizmetin sergilendiği bir stantla karşılaşıyorsunuz.
Tahta Atlar, kuklalar ve daha neler. Müze içerisinde sadece gezmekle
kalmıyorsunuz, aynı zamanda geleneksel sanatımızı ve kültürünü birebir uygulama
şansıda elde edebilirsiniz. Ebru, Ihlamur baskı, Sedef Kakma, Keçecilik bütün
bunları anında öğrenebilirsiniz özellikle çocuklarımızı buraya getirip bu
değerlerimizi yakından tanımalarını sağlayabilirsiniz. Müzenin İkinci katında
Başoda, Büyük Gelin'in odası, okumalık, Dikiş odası dedikleri odalarla
karşılaşıyorsunuz. Büyük Gelinin odasında Geline ait eşyaları görebilirsiniz.
Çatı katında ise Karagöz ve Hacivat oynatabileceğiniz bir perde ve kütüphane
ile karşılaşıyorsunuz, burada ramazan eğlencelerinden, kına gecesi
kutlamalarına, hıdrellez şenliklerinden köy seyirlik oyunlarına kadar birçok
eğlencenin düzenlendiğini öğreniyorum.
İnişte Büyük
gelinin odasında masal dinlemek istemez misin? Diye soruyor masal ebesi… Neden
olmasın diyorum beni yanına oturtup başlıyor masalını anlatmaya tabi masalı
anlatmaya başladığı an bulunduğumuz oda kalabalıklaşıyor ve dinleyenlerin hepsi
büyük. Kim demiş masallar çocuklar için diye... Buyurun işte hepimiz keyifle
özlemini duyduğumuz geçmişi buram buram yaşıyoruz bu güzel mekânda. Videoya
aldığım bu kaydı da yazıya dökerek masal ebesinin anlatımıyla aynen
paylaşıyorum.
Evvel zaman içinde
kalbur zaman içinde develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın
beşiğini tıngır mıngır sallar iken, anam ağlar, anamı sallardım. Babam ağlar
babamı sallardım. Derken anam düştü beşikten. Ben atladım eşikten. Anam kaptı
maşayı, babam kaptı meşeyi dolandırdılar bana dört köşeyi. Zamanın birinde
bahçe içinde tek katlı bir evde yaşayan bir aile varmış. Bu aile çok mutlu çok
huzurluymuş amma ağa baba aşırı derecede hayvanları çok severmiş. her gün
onların yemini verir, her gün onların suyunu verir bir tasda süt verirmiş hergünn…bir gün süt tasının
içinde biricik altın bulur çok şaşırır bu
altını kim koydu ki der ertesi günü saklanır bakar birde ne görsün
bitene yılan geliyo sütü içiyo dilinin altınada bidene altın koyup gidiyo süt
tasının içine hayret ediyo dede çok seviyo bunu çok aşırı derecede çünkü
hayvanları çok seviyo günler geçtikçe eline alıp sevecek kadar kucağına alıp
yatacak kadar dede yılanını çok seviyo. O onun arkadaşıdır O onun dostudur
gari. birgün dede biriktirdiği altınlarla hacca gidecek gidecek emme sırrını
kime söylesin. En gücçük oğlunu yanına
çağırır yavrum der evlatlarımın arasında en akıllısı sensin benim bir sırrım
var yavrum der güççük oğlunu yanına çağırır bahçede bir dostum var der aman
yavrum ben hacıdan gelene kadar dostuma çok iyi bak her gün bir tas süt
vereceksin oda saa biricik altın verecek aman yavrum bu sırrımızı kimselere
söyleme der. çekerrrr giderrr oğlan bi gün südünü gor altınını alır iki gün
südünü gor altınını alır derki ben delimiyin yaa der ne uğraşıp duracan biricik
biricik der keseyim kafasını karnının içindeki bütün altınları alayım çabukça
zengin olayım der. bahçeye birtas sütünü gor yılan içmeye başlayınca bıçağına vurunca kuyruğunu gopartır atar
yılanda can havliyle döner deliganlıyı sokarrr öldürürr.Günlerr sonra dede
hacıdan gelir gelir emme südünü gor dostu gelmez ,südünü gor arkadaşı gelmez. Aylarca bekler bigün yılan
çıkıp gelir gari beni bekleyip durma der senlen ben dost olamayız der ne senin
içinden evlat acısı çıkar ne benim içimden kuyruk acısı çıkar der sen yoluna
ben yoluma der ağlayarak arkasını döner gider onlar ermiş muradına biz çıkalım
kerevetine...
Diye bitiriyor masalını masal ebesi. Adını öğrenmek
istiyorum. Benim adım Kezban Koçak Beypazarı Yaşayan müzeye basıyorsun masal
ebesinden öğreniyorsun.
Eğer geçmiş sizin
için değerliyse, geleneklerinize, kültürünüze, özünüze önem veriyorsanız
Yaşayan Müzeyi mutlaka görmelisiniz. Türkiye’de ilk ve tek olan bu müzenin
kurulmasına destek olan eski Beypazarı Belediye Başkanı Mansur Yavaş'a ve
müzenin proje sorumlusu Sema Demir(Dölek)'e şahsım adına teşekkür ediyorum.
Artık dönüş
vakti...
Belediye Binası
önünde buluşup yöresel lezzetleri tadacağımız İnözü vadisindeki Zindancık
tesislerine doğru yol alıyoruz. Rehberimiz kısaca İnözü vadisinden bahsediyor.
Vadi doğal bitki örtüsü ve kültürel kalıntıları ile oldukça zengin bir görünüme
sahip. İnözü Çayı'nın aşındırıcı etkisiyle iki tarafı balıksırtı görünümünde
yükselen dik kayalardan oluşan Vadi; doğa sporlarını sevenler için eşsiz
güzellikler barındırmaktadır. Kayalarda birçok mağaranın olduğu ancak aşınmanın
etkisiyle bu mağaralara ulaşılamadığını ekliyor rehberimiz. Zindancık
Tesislerinde daha önceden kararlaştırdığımız yöresel menüyü seçiyoruz. Önce
Tarhana çorbası, ardından Güveç ve Beypazarı sarmasıyla 80 katlı baklavasını ve
höşmelimi tadıyoruz. Güler yüzlü Personeli ve huzurlu ortamının keyfine
vardığımız Zindancık tesislerinden ayrılıp gezimizi sonlandırıyoruz...
Beypazarı’nın geçen
dönem Belediye Başkanı olan Mansur Yavaş'ın öncülüğünde bir ilçenin nasıl
değişime uğradığını, kültürel değerlerimizi korumaya yönelik yapılan
yatırımları, ev hanımlarına sağlanan iş imkânlarını, tarihsel dokunun korunması
için verilen çabayı, ilçe halkının da özveri ve katılımını, turizme
sağladıkları katkıyı görmeli, yaşamalı ve örnek almalıyız.
Beypazarlı’ların
sözleriyle...
Bir öz'e dönüş Bir
uyanıştır Beypazarı
Geçmişle Bugünü
birleştiren bu şirin ilçeye yolunuzun düşmesi dileğiyle…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)